10 Aralık 2012 Pazartesi

Türk’üm dedim, hadi lan faşist dediler.
Kürt’üm dedim, hadi lan bölücü dediler.
Laz'ım dedim, hadi lan devşirme Rum dediler.
Çerkez'im dedim, hadi lan hain Etem'in torunları dediler.
Alevi'im dedim, hadi lan dinsiz kızılbaşlar dediler.
Ezidi'im dedim, hadi lan Yezid'in pis soyu dediler.
Arap'ım dedim, hadi lan pis yobazlar dediler.
Ben dedikçe onlarda bir şeyler dediler.
İnsanım diyecektim ama,
İnsanlığa ait her şeyi yok ettiler.

İnsanlık bir maske takmış ölmek için gün sayıyor. Diğer geçinenler ise yaftaları yapıştırılmış birer" mal" desem. Ayıp olmaz değil mi?
"İnsan"lar onca kana bulanmış, iğrençliklerle sürünürken utanmıyorlarsa bende bunu demekten utanmam!

Dün internet ve futbol camiası çalkalandıkça çalkalandık. FB'nin Bekir'i gol attıktan sonra sevincini taraftarıyla paylaşmak istedi. Taraftarı da o anda bir heyecanla öpeyim derken Bekir'le öpüşmüşler.
Ne var bunda.
Millet tutturdu aman yarabbi bir eşcinsellik!
Ulan eşcinsel ilişki yaşamadıkları ortada halen siz neyin kafasındasınız. Özellikle sözüm İncicilere. Sizlere de "ta.ak" geçeceğiniz konu çıktı. Şakanın bir dozu vardır.
Hadi gelelim diğer açıya "velev ki gayler".
Ne olacak?
Biz sürekli naralar atarız eşitlik, hak vs. vs.
Nerede kaldı bunlar?
Konu ciddiyete binince aman hemen bu ciddi havayı dağıtalım, hemen sorunları yok sayalım.
Tabi FB de bunlar olurken GS de neler oluyordu neler?
Engelli sporculara yapılan terbiyesizliği yazmak bile istemiyorum.
Artık sporda, dünyanın her yerinde eşitlik, adalet ve dahası gelmeli.
Ama bence bu eşcinselliği uzatmak yerine daha ciddi sorunlarla ilgilenmek lazım. Misal mi?
Dün yağmurda felç olan İzmir'in alt yapısı.
Biz aman millete yafta yapıştıralım derken yaşadığımız dünyanın mahvettiğimiz toprağını unutuyoruz.
LÜTFEN DİYORUM, LÜTFEN DİKKAT EDELİM ARTIK!

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü
1948′de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, “insan haklarının anayasası” olarak tanımlanır. İnsanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükleri tanımlar, her insanın yasa önünde eşit olduğunu, işkenceye, kötü muameleye ve onur kırıcı cezalara tabi tutulamayacağını ilan eder. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi yolunda uluslararası toplum tarafından sürdürülen çabalara yol gösterici işlevini bugün de sürdürür. 1948′de kabul edildiği tarih 10 Aralık her yıl Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Mum

Bir mum yaktım. 
Gün ışığının tam ortasında.
Ne ben görür oldum, 
Nede aydınlattığı dibi.
Unuttum yandı,
Eridi.
Bittiğini dahi görmedim. 
Ağırlığıyla yandım.
Yaklaştım ,
Göremediğim ışığı, 
Yaktı. 
Kendisiyle yandım.
Gün ışığının tam ortasında.
Ne yandığımı gördüler,
Nede dibim aydınlandı.
Kaçarım artık dokunma,
Yakarım.
Bir mum yaktım, 
Gün ışığının tam ortasına.

Mustafa Burak DİKİLİTAŞ





30 Kasım 2012 Cuma


Benim vekilim nerede diye soruyorum?
Çünkü benim vekilime Türkiye Cumhuriyeti Meclisinde artık ele avuca gelir şeylerin "medeni birer
'insan' " gibi tartışmalarını istiyorum.
Sözüm ve söz konusu konu şu ki;
Meclis denen yapı Türkiye'nin sorununu, sorunlarını çözmek yada ortaya koymak için vardır. Ama bu sorun popüler niteliği olan işler değilde tabii kaynaklar, hazine ve yurttaş sorunları olmalı diye düşünüyorum.
"Muhteşem" sıfatının arkasına gizlenmiş soluk rantlar peşinde koşulmasını istemiyorum.
Yani; "Muhteşem Yüzyıl" meclisimde tartışılmasın diyorum. Nasıl yerli üretim yapabiliriz, öğrenciler niçin yararlı yurttaş değil gibi ele avuca gelir konular işlenmeli ve bir an önce varılmalı şu Muasır denen Medeniyetlerin zirvesine.
Benim bu sözlerim ne AKP karşıtı nede CHP yanlısı veya diğer partilerin birer oy vereni olarak algılanmasını istemem. Zira ben ne AKP ne CHP nede MHP liyim. Ama bir o kadarda ben AKP'li ben CHP'li ben MHP'li ve diğerleriyim.
Çünkü Ben Türk vatandaşıyım ve onlarda beni temsil için var olan Türk partileri.
Sözümün özü şu ki artık titreyip kendimize gelmeliyiz ve fark etmeliyiz ki jeneriğinde "Dizi" yazan bir yapımın "Dizi" olduğunu, ve yine fark etmeliyiz ki kapısında "Meclis" yazan bir yerin "Meclis" olduğunu. Yani diziyi belgesel, meclisi RTÜK binası sanmamalıyız.
İşimizi bilmeli, işini yapanın da kafasını karıştırmamalıyız.

27 Kasım 2012 Salı


Uzun süredir adını duyuyor ufak tefek araştırma yapıyordum. Bu araştırmalarım sonucunda insanların tuhaf şekilde dizeye bağlandığını, bağımlılıkla bahsettiklerini falan okuyordum. Sonra hadi dedi arkadaşım uykusuz kaldığım bir yaz sabahında izleyelim benim bilgisayarımda var dedi ve açtı jenerik müziği eğlenceli, konusu bana yakındı. ve ismi yazdı;
GLEE...

Aman Tanrım konusu, içeriği, konu işleyişi, oyunculuklar, şarkılar, dünya olarak sıkıntılarımız ve daha bir çok konuda muhteşem bir performansa kavuşmuş müthiş hatta müthiş ötesi bir dizi.
İşin özü daha ilk dakikalarda beni de anında bağımlı yaptı.
Derken hızlı hızlı bölümleri izledim ve sezonları bitirdim. Açıkçası "Merlin" den sonra beni etkileyen ikinci yabancı dizi.


 Belki de hayatında bir kez izleme fırsatı yakalayan bir çok kişi bir daha bırakamayacak diye düşünüyorum.
Eşcinselliğe, azınlık kişilere, sanata insanların yaklaşımını farklı ve ince detaylarla ele alan dizi kesinlikle bir kaç senenin en iyi yapımı.

Son söz, GLEE...



İnsanların konumu, yada kaderlerinden dolayı yaşadıkları, diğer insanların onları ezmeleri yada aşağılamaları yada yada bir sürü sıralanacak insanlıktan uzak bir dizi işlemleri yapması hakkını kazandırmaz.
Sözüm İzmir de akşam palyaçoluk için gittim Hakim Evin de yaşandı.
Çocuklar ile eğlenceli dakikalar geçirirken bir kişi alabildiğine neden oyun salonuna çocukların alındığına dair bağırıyordu. Karşısında ki görevli ise sadece susuyor gece için çocuklara kiralandığını arada söyleyebiliyordu.
Sonradan öğrendim orada ki görevli kişiler İzmir Buca da ceza evinde yatan kader mahkumlarıymış. Bağıran kişi bu durumu bildiği için bir şey yapamayacağını düşündüğü insana alabildiğine bağırıp ego tatmininde. Ne yazık ki insanın başına ne geleceği bilinmez. Ama eğer iyilik yaparsa ne gelirse gelsin daima iyi bulacağını bilir, yada duymuştur.
Egolarımızdan arınıp gönlümüzü alçak tutmak zor ama imkansız değil. Bir daha düşünelim bizim kişiliğimiz hayattaki maddiyatın getirdiği konumumuz olmamalı bizim kişiliğimiz maneviyatla doğan onurumuz, iyiliğimiz, yaptıklarımız olmalı.
Bir çok devlet adamı yaptıkları manevi ve güzel iyiliklerle anılır eğer maddiyat peşine düşüp bir kaç ufak şeyle zaman kaybetmişseniz sadece o gün anılır lanet okunursunuz.
Her şey bir kenara bırakıp bir daha düşünelim.
Yaşamak mı, onurlu yaşamak mı?

11 Ekim 2012 Perşembe


Herkes istiyor arıyor, duruyor. Öyleyse neden onca insan aç gibi halen sevgisiz susamış çöldeki bedevi misali. 
Neden! Para gibi kazanılması zor yada lüks tüketim gibi ulaşılması zor bir şey değil halen neden!
Yada bulan ne çabuk para gibi harcıyor yada ulaşması kolaymış gibi bahsediyor. 
Neden soru işaretleri bol ama en temiz istek. 
Dili yanıyor, bir daha tövbe diyor yinede aranıyor. 
Acaba insanlar yalnız yaşayamıyor mu? 


9 Ekim 2012 Salı

Yüreğini ısıtacak birkaç düşünce peşinde koşmak ister insan.
Parasız yada ağır yüklerle değil.
Misal hiç parasız, sadece doğru olduğuna inandığın rüzgar yönünde ki hizanda dosdoğru sadece selamlaşarak bir yerden diğer yere gitmek gibi.
Özenirim cesur, girişken ve dobra otostopla dünya turundakilere…
Düşünsene inandığın gerçeklik ve samimiyet duygusuyla dolaşıyorsun. Ne kadar net, yalın ve temiz bir “rüzgar”.
İşte rüzgarlar bazen temizler ağaçların yapraklarını. Düşünmeden gittiğimiz Ayvalık / Cunda Adasında ki yaprak taneleri gibi…
Her ne kadar “temiz” düşünce otostopla buna cesaret edemesek te adanın sakinliği ve dinginliği yetti.
Hele birde yerdeki birikmiş birkaç yaprak tanesi doyurdu ruhumuzu…

Selamlar olsun en yalınından, serin Cunda Adasından…

25 Eylül 2012 Salı

"Yoruldum patron"
Bu repliği hemen hemen herkes hatırlar.
Devamını da öyle.
İlginçtir bazen bu replikte o kadar çok ahkam kesesim tutuyor ki.
Ama neden biliyor musunuz? Basit olaylardan... Düşünüyorumda ben o kadar "iyimser şemsiye" misali herkese yağmurdan koruya bildiğim kadarıyla korumaya çalışayım sonra nankörce kırsınlar bir telimi.
İşte o an yüzüne haykırasım geliyor ben sana bunu yaptım be bu kadar basit bir şey için sırt döndün bana denemek geliyor.
Ama susuyorum. Bırak akışına dediğim cümlelerden biri dolanıyor hemen dilime.
Ama işte yinede;
"yoruldum patron"...

"Bu arada genelde yazılarım başlıklarını yazılarımdan sonra ekliyorum bu sefer ki bayağı komik durdu, bu sitem dolu yazıya..." 

9 Eylül 2012 Pazar


İnsan gerçekten çok tuhaf anlara, saniyelere daha bir çok süslenebilecek ıvır zıvıra şahitlik yapıyor yada bizzat o gariplikler kendi yaratıyor. 

Film izlerken taaa Hollandalardan gelen ufacık ama çok tatlı bir çocukla oynarken annesinin kendi evlerinde daha önce hiç patlamış mısır yemediğini ilk kez benim ikramımla yediğini söylemesi çok ama çok şaşırttı beni. Düşünüyorum kendi evinde yani Türkiye den bilmem kaç kilometre uzakta kendi annesinin yaptığı mısırdan nefret ederken birden hoşuna gidip koca popcorn kutusunda ki mısırları bitirmesi ve üzerine su istemesi beni şaşırtıyor duygulandırıyor ve yüzümde en tatlısından, samimisin den ama en önemlisi duygulusundan bir tebessüm oluşturuyor… 
İlginçlik… 
İnsanlar...




7 Eylül 2012 Cuma


Utanma kavramını ben tekrardan Nil Karaibrahimgil'in şarkısıyla hatırladım. Ne kadar ilginç değil mi?
Aslında unuttum çünkü sık kullanılan birşey değil artık. Tıpkı buharlı bir tren gibi. Yani tren deyince aklıma artık kömür, odun vb yakıcı ve yanıcı maddelerin gelmemesi gibi artık utanma da gelmiyor.
Düşündüm yazıyı kararlamadan önce. Acaba dedim sebebi her şeyin başı internet ve televizyon mu yoksa onu bilinçsizce izleyen ve halk mı?
Halk demişken tabi yöneticileri de var acaba onların yüzü kızarmaz bir dizi tavırlarından mı artık unutuldu bu kavram.
Hadi unutmuşken gelin hep birlikte çıkarı verelim artık bu kavramı sözlük, deyim vb daha bir çok lügatlık yerden.
EEEE tabi birde çıkarmamız yani utanma kavramını ilginç algılamamız bizim modernlik yada açık görüşlülük kavramını gösterir oldu.
Misal diyelim ki eskiden mayo giymek zordu. Utanılırdı yarı çıplak dolaşmaya bayanlar ve erkekler artık mayo giymeye utanmak bizim dar görüşümüzü gösterir oldu. Halbuki düşünce temel olarak kelime köküne bakıldığında utanmak ve modernizm malasef ki aynı kulvarda değil...

İşte karalatan şarkı...

22 Ağustos 2012 Çarşamba


Şimdi daha iyi anlıyorum uzakta olan insanların neden en küçük bir şeye duygusal veya daha sert bir tepki  verdiğini. Anlıyorum çünkü ilk defa ailemden ve yaşadığım ortamda, yakın arkadaşlarımda uzak ama çok uzak üstelik konaklamalı bir işte çalışıyorum. Aslına bakılırsa eğleniyorum. Kabul çok sıcak ama çocuk şarkıları ve gülüşmeleri beni gerçekten çok mutlu ediyor. Bazen offf dedirtiyor sonra duruyorum, bakınıyorum etrafıma direk kulağıma bir çocuğun sesi geliyor yüzüm en saçma haliyle direk "smile" pozisyonu alıyor.
Özlem var, duygusallık var ama neşeliyim de.
Ama kabul edeceğim bir gerçek var o da langırt oynamayı öğrendim. Her ne kadar sık sık yenilsem de artık oynamayı biliyorum en azından zevk alıyorum :)

"mini club ben Burak buyurun :)"

11 Ağustos 2012 Cumartesi


Okuduğum haber beni güldürdü ve kendime sordum neden diye? İşte haber;

Facebook’a üye olmayanlar psikopat mı?
Psikologlar, kötü niyetli insanların internet ortamında iz bırakmamak adına sosyal paylaşım sitelerinden uzak durma eğiliminde olduğunu ifade ediyor.

Haber böyle diyor bense gülüyorum. Çünkü çevremde o kadar çok facebook hatta maili bile olmayan dostum var ki acaba benim dostlarım bir psikopat mı diye sorduruyor kendime. Sonra dedim neden kendime sorayım hadi gidip dostlarıma sorayım biri sadece güldü ve "evet psikopatım bir gün herkesi keseceğim dedi" eee adam haklı sen ne dersen o da onu kabul eder.
Neyse gelelim meseleye adam sosyal olmak istemeyebilir yada fotoğraflarını veya durumlarını dakika dakika bazı kimselerle paylaşmak istemeye bilir bu psikopatlık mı oluyor?
Bu durumda geçmiş çağlarda ki herkes psikopattı?
Şimdi diyeceksiniz ki o zamanlar yoktu internet falan ama dergi, gazete gibi sosyalleştiren bir dizi mecmua vardı ve çoğu kimseler bunlardan uzaktı. Ama sağlıklıydı. Çünkü herkes herşeyini paylaşmak istemez, daha çok mahremiyete saygı duyan ve duyulmasını isteyen kişilerdir. Bence psikopat gibi çirkin bir nitelendirme ayıp.
Şimdi uzun uzadıya bir haberi neden yazdın diyeceksiniz, şundan bilim insanları bence daha anlamlı araştırmalar yapmalılar? ne dersiniz;) :D

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Eğer olimpiyatlar (organizasyoncusu, sporcusu,hakemi) kadar çalışan biri daha varsa o da GOOGLE.
Baksanıza her geçen gün bir yeni animasyonlu, oyunlu, eğlenceli bir o kadarda tuhaf semboller geliştiriyorlar. Ama işin ilginci bu sembollerle oynuyorlar da. Nereden mi biliyorum misal arkadaşım. Dün ki koşuda hırs yapıp akşam yemeğini geç yapması, bugün ki basket sayılarında daima kendiyle yarışıp daha çok yapmaya çalışması gibi...
Neyse çalışsınlar çalışsınlar ne demişler "boş duranı Allah sevmez" :)

7 Ağustos 2012 Salı


Şöyle düşünün ki radyonuzu yanınıza aldınız ve tesadüf o ya en sevdiğiniz ve hafif kendinizce güzel gelen sesinizle ona eşlik ediyorsunuz. Durun durun radyonuzu aldınız ve kendinizi rahat, özgür hissedeceğiniz bir yere gittiniz ve yanınıza da en sevdiğiniz en sıcak yada en serin içeceği aldınız. Sonra radyoyu açtınız ve en sevdiğiniz şarkı çıktı hafif hafif içeceğinizi yudumlarken şarkıya eşlik edip en huzur bulduğunuz ortamda uykuya daldınız.
Teee sabah olmuş uyandınız. Yine tesadüf o ya bir başka en sevdiğiniz şarkı çalıyor. Gözlerini ovuşturuyorsunuz ve etrafa bakınıp gerçekten o sabah kendinizi en yakışıklı/güzel insan hissediyorsunuz. Hiç ama hiç bir dünyevi materyal cildinize uygulamadan en doğal haliyle hiç bir derdi takmadan radyoda ki sevdiğiniz şarkıyla hafif bir yürüyüştesiniz...
İşte bence huzur ve mutlu bir tatil...
Gerek yok bilmem kaç paraya bilmem kaç yıldızlı otele, en keyif veren şarkı ve en keyifli ortamda en lezzetli içecekle bence en kral tatil...
Gerçekten çok ama çok eğlendim. Evet sık sık oyun oynamam buna etki belki ama büyük ihtimal Google anasayfasında iken sürekli bir şeyler aramaya alıştığımızdan azıcık eğlendirmesi hoşumuza gitti galiba...
Unutmayın engellerde "space" ye basıyoruz...

6 Ağustos 2012 Pazartesi


Bir film izledim ki sormayın gitsin...
Ama ben sorduğunuzu farz edip anlatmaya daha doğrusu yazmaya başlıyorum.
Tamamen tesadüfi şekilde film sitesinde gezinirken "fantastik" filmler kategorisinde ismi ilginç afişi komik gelen bir film dikkatimi çekti. Anında tıkladım. İsmi "Şahane Misafir" konusunu kısaca göz gezdirdim. Ama konusundan bir iki satır okudum ve güzele benziyor dedim tıkladım.

yazının devamı filmle ilgili blogum da bulabilirsiniz...
yanının devamını okumak için tıklayınız... 


5 Ağustos 2012 Pazar

Flu


Bir düşünün. Sürekli perde arkasında olduğunuzu. Daha doğrusu öyle yaşamaya mahkum edildiğinizi. Yani sen içinde ki sen olmaya çalıştığın için itilip, hor görülüp hatta meslek sahibi olamamaktan korkup her şeyinizi ama her şeyinizi düşüncelerinizi bile bir perdeyle sunduğunuzu. 
Misal bir gün boyunca giymeyi düşündüklerinizi sırf garip bakışlarla karşılanmasın diye değiştirip kendinizce "berbat" şeylerle dolaştığınızı,, çok temiz düşündüğünüz halde "sapık" olmayasınız diye dilinizi "ağdaladığınızı" düşünün. Sonra da eşitlikten ve anlayıştan bahsedin...
Hadi ciddiyim bahsedin.
Çünkü biz toplum olarak o kadar "EŞİT" ve "ANLAYIŞLIYIZ" ki...


30 Temmuz 2012 Pazartesi

 İzmir de bir ekip kurulmuş ki aman yarabbi! Gülmek garanti, eğlenmek bedava.
Üstelik  DOĞAÇLAMA.
Hadi dedik "Tiyatro İMYO" olarak  İ.D.İ.O.T'a (İzmir Doğaçlama İsimsiz Oyuncular Topluluğu) gidelim. İyiki de gitmişiz.
Doğaçlama olarak çıkış noktaları, kalan kelimeden devam etme ve daha bir birinden özel, komik, eğlendirici "doğaçlama" oyunlarıyla İ.D.İ.O.T bizimle beraber tüm herkesi kırdı geçirdi.
Bir de telaş sardı ki izleyenleri sormayın gitsin. Çünkü üç turda izleyicilerin yardımı daha doğrusu hikayesi üzerine oynanıyor üstelik izlemeye gelmişken bir anda sizde sahnede oluyorsunuz. Doğaçlamanın içinde buluyorsunuz kendinizi...
Tam bir buçuk saatten fazla sahnede kalan ekip söylemeliyim ki (haddim olmayarak) çok ama çok başarılı ve çok eğlenceliler.
Eğer bir gün doğum günü kutlamak isterseniz veya olurda açık havada cafe keyfiyle canlı tiyatro izlemek isterseniz veya pazartesi sendromunu akşam evde değilde doğaçlama tiyatronun eğlencesiyle atmak isterseniz İ.D.İ.O.T sizleri bekler.

İ.D.İ.O.T her pazartesi saat tam 21:30'u gösterdiğinde Bornova "Hayat Park" ta sizlerle.

Unutmayalım;
"Gelecek sanat güneşiyle aydınlanır"


29 Temmuz 2012 Pazar

Ey aşk!
Anlat bana cinsiyeti.
Pembesiyle, mavisiyle.
Anlat ki öğrensin artık,
Kim kimle...
Eriyle, dişisiyle.
Ey hayal!
Düş şu gönlümden,
Öğren ki artık, aşk hayal.
Öğret ki, ey gönül, bilsin.
Aşk...
Ey aşk!
Anlat bana cinsiyeti.
Pembesiyle, mavisiyle.
Eriyle, dişisiyle.
Kimse duymaz, bilmez,
Bu garip diyarda.
Eriyle pürüyle,
Düşüyle dişiyle.
Kimse duymaz,
Ne gariptir ki, onca kundak bebeği.
Çığlığıyla, inkârıyla.
Ey aşk!
Artık anlat şu garip gönülle.
Sevabıyla, günahıyla.
Günah ise eğer ey aşk.
Yanar der ki nice erkek,
“Ey aşk”
Onca korda.
Yanarda ne diye aşka tapar...
Ey aşk...
Anlat bana cinsiyetini...

Mustafa Burak Dikilitaş
Kimseye sitem etmeyeceksin.
Sitem günah gibidir,
Günahsız bedende aramayacaksın.
Kimseye sitem etmeyeceksin.
Sitem ekin gibidir,
“Ne ekersen onu biçersin”.
Kimseye sitem etmeyeceksin.
Kör gözlerle bağlandığın paslı zincirler için,
Aşktan dert yanıp, günahkar olmayacaksın.
Aşk yakışmaz günahlı bedene.
Paslı duran zincirdir, aslında aşk.
Eski.
Sitem etmeyeceksin aşka.
Pas tutmuş zincirde diye.
Pas tutmuş zincire bakmazsan,
Dönüp kızacaksın o paslı gönülle.
Sitem kurt gibidir,
Taze ette aramayacaksın.
Kimseye sitem etmeyeceksin.
Sitem ruhtadır,
Bedeninde arayacaksın.
Tüm günahlarını bulduğun ruhunla...
Mustafa Burak Dikilitaş
Zor mu?
Bence değil bir kaç tane kış gelene kadar yapabileceğimiz barınakla evimize alamasak bile ev yapmış oluruz...
TOKİ GİBİ :))

27 Temmuz 2012 Cuma

Bizde ki Hürrem de bir şey mi? Adamlarda Boleyn var.
İbrahim'in önerisiyle çoktandır aklımda olan ama unuttuğum Boleyn kızını izledim daha yeni. Aman yarabbi bu ne hırs bu ne hırs...
Dedim bizim Hürrem en azından aklından kardeşiyle yatmayı geçirmedi.
İzleyin derim. Gerçekten yersiz hırsın bir aileyi nasıl darma duman ettiği anlatacak müthiş bir film. Elbet kitap okumayı sevenler için "tuğla" kalınlığında ki kitabı öneririm...


25 Temmuz 2012 Çarşamba

Bazen istekler yetmiyor insanı ve mutluluğunu katlamayı. Ama yinede dertlerin hafifleyip dumanla yok olan sigara gibi külün dökülüp yanarak derdin bitiyor... Ama küllükte ki pis koku daima içinde kalır oda derdin, kederin...

Olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş.

"Bir kadın,... uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

"Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi." Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı.

Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek: "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor." 

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler. O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi: 

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar."


BİLİNDİK BİR OLAY, HİKAYE VS. HATTA ÇEŞİTLİ VERSİYONLARI OLAN BİR BİLİNDİKLİK ABİDESİ AMA NE OLURSA OLSUN YAŞANMIŞ GERÇEKLİĞİ OLAN İNSANI İNSANIN DAHİ KATLANAMADI DAİMA BİR AYRICALIK BEKLEDİĞİ KENDİNİ HERKESTEN VE HERŞEYDEN ÜSTÜN GÖRÜĞÜ GERÇEĞİNİ DEĞİŞTİRMEYEN BİR HİKAYE...
HOŞ GELDİN BENİM CANIM DOSTUM 💝😻


Keyf 😻





25.07.2012- 17:23
İzmir-Buca

24 Temmuz 2012 Salı

Ya arkadaş yapmayın ne geleneği. Benim ailemde tutuyor oruç ve gelenekleri bende ailemde yaşamayı seviyoruz ama bu davul işi olmuyor ya. Gerçekten tutan var tutmayan var tutup da davuldan rahatsız olan var. Yani gelenek felan değil ya uyanık olduğun halde insanı yerinden sıçratan huysuzlandıran bir ses. Gerçekten de davulun sesi uzaktan hoş. 

Şimdi birde uyuyan işe gidecek vb. leri var tak tilki misali her sese uyananlar var onlar nasıl durumda Allah bilir. 
Onun için lütfen bu alışkanlıktan yavaş yavaş kurtulalım. Misal ramazan eğlenceleri için ayrılan yerlerde çalına bilir...



Ağlıyorum biliyor musun?
Çünkü elimde kalan basit yumaklar var diye, kimseye çığlıklarımı duyuramadım, basit bir kuralı bile sadelikle çiğnedim diye.
Kalbim kanıyor be dostlar, bacılar, arkadaşlar, kardeşler ve daha niceleri. Anlayamazsınız isyanlarımı kurduğum her kelimenin altında ki sıfatları. Çünkü sözünde dediği gibi "ateş düştüğü yeri yakar"
Durup düşündüm acaba gerçeklerle mi yaşadım, gerçekleri mi yaşadım.
İkisini de yaşayamadıysam vay halime.
Artık korkmuyorum varlık denen saha tek kale değil ya bende elbet atarım bir gol...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ya neden reklamlarda yemek kullanılır. anladık be iyi tava yada tencere. İlla içinde yemek yada benzeri bir şey olmalı mı? Misal az önce tava reklamında yumurta çıktı. Ben yumurtadan nefret ederim ve midem bulanır. Şuan olduğu gibi...
Yani reklam senaristlerine yönetmenlere kısaca ajanslara sesleniyorum.
Artık yemek koymayın şu mutfak gereçlerine.


Düşlüyorum ya onu. ne inkar edeceğim severek, dinleyerek bir şeyler paylaşarak ve aklımda oyunsuz sadece yalın sevgiyle onu düşlüyorum. Görmeden canımı yakıyor söyledikleri, yaşadıkları hisleniyorum bazı anlattıklarına, konuşunca hepten soluğum kesiliyor tuhaf değil mi?


21 Temmuz 2012 Cumartesi


Sıcak bir yaz. Ramazan ayı. Hoş sohbet. ve arkadaşlarla güzel bir bahçede tam Ege havasında önce yemek daha sonra çay keyfi, ayaklarının altında dolanan tatlı pisicikler, kahkaha dolu sohbetler.
Herkese tavsiye ederim...
"misal eran" :)




6 Temmuz 2012 Cuma

Kendin olmak!
Bir düşündüm de ne kadar zor bir şey, kendin olmak. Şöyle eteğimizde ki tüm taşları döküp baktığımızda gerçekten zor bir şey.
" - Nasıl yani biz kendimiz olamıyor muyuz?" 
" - Yada ne var ki,  ne zorluğu olacak ki kendin olmanın" diye düşünebilirsiniz yada söyleyebilirsiniz. Ama hayatınızı ve çevrenizi çıplak bir gözle incelediğiniz de insanların basit noktalarda toplum vb korkularla kendi düşünce ve yaşam enerjisinden, fikrinden hemen vazgeçip kendin olmaktansa istenileni yaşamayı tercih ediyor. Çünkü kendi olduğunda " toplumla ters düşmekten, her söylediğini benimsetip yandaş aramaktan," korkup başaramayacağını düşünür yada en önemlisi " aile ile ters düşmekten" korkup benimsetilen, biçilen benliklerin içerisine sıkışıp kendimiz olduğunu sanmaya zorlanıyoruz, kendi kendimizi zorluyoruz...

Şimdi durup bir düşünelim, "öyle değil mi?" Biz insanlar "kendi olmayı" benliğini korumak için taktığı "koruma maskesiyle" karıştırıp "kendi olmayı" da, "kendin değilsin" sorusunu da def ettiğini sanıyor. Fakat insanlar bir an önce kendilerini korumak adına çektikleri kabukları fark etmeli, maskelerden kurtulmalılar. Yoksa daha nice ses sanatçısı, oyuncu, ressam, matematikçi, yazar vb yok olup, eriyip gidecek. Çünkü kendi olamayıp kendini korumak için taktığı maskede ki benlik sanıp düşüncelerini benimsetemeyip maalesef yok oluyorlar.
Elbette insanlar kendilerini korumalı fakat bir maskenin arkasında koca yalanla da çürütmemeli.

"Hayat oyunu içinde tekrar maske takıp kişiliğini kaybedip tekrar oyunun içinde oyun oynamamalı insan" 

Aslına bakılırsa insanlar kendi olamaya başlaması bir son değil başlangıçtır. Çünkü nice yaşlara kadar maskeyle dolaşan bireyler yeteneklerinin keşifleriyle mutlu olacaktır. Ama unutulmamalı ki her mutluluk yeni birini doğuracaktır bu da maskeyi bırakıp, daha özgür düşünceli ve mutlu "bireyler" anlamı taşımaktadır...

1 Temmuz 2012 Pazar

Kendimden kaçıyorum.
Kaçarken asla yalan söylemedim. Çünkü ben asla gerçeği yaşamadım.
Kapatılan düşüncelerde, gizlenen duygularda, bilinmeyen günahlarda, kaçamak bakışlarda, doyumsuz açlıkta yaşlandım.
Duyulmayan çığlığımla kaçtım.
Asla acımadım. Acımak kaçarken düşmekti bana göre.
Ama düşenlere hep ağladım.
Görülmeyen bedenimin naif ruhumda buldum.


Otobüsteyim.
Bazen konuşulanlar kafamı şişirir bazen ise güldürdü. Ama bu sefer ki hayrete düşürüp şaşırttı. Tüm otobüs ama tüm otobüs sadece iş veya iş hayatıyla ilgili konuşuyor.
Şüphesiz konuşanların hepsi yaş olarak büyük olanlar değil. Küçük olanlar yaş olarak. Yani daha 18 - 24 gibi enerji ve yaratıcı bir çağ sadece gelecek ve para uğruna iş kurması beni korkutuyor.
Elbette hedefleri olmalı insanların ve bunları konuşmalı ama asla derdi ve enerjisinin tamamı bu olmamalı. Beni korkutan kısım dünya da genç renk ve hayallerin giderek yok olacağı...
Dolaşmak için dışarı çıkmıştım. Güzel bir yaz akşamının hafif estiren rüzgarı ve ayaklarımın yardımıyla nedeni bilinmez İZMİR / EŞREFPAŞA'a çıkmışım. İzmirliler bilir EŞREFPAŞA da gezecek yer yoktur.
" - EEE! derdin ne ora da"
- Dedim madem çıktım TAAA! EŞREFPAŞA'a bari İZMİR'i kuş bakışı göreceğim şu uzun iki durak arasında ki köprüde durayım dedim.
Gördüğüm manzara maalesef ki İZMİR'in gecesiydi. Fakat güzelliği değildi. Pazarıydı. Ama bu pazar gün olmayan alışveriş yapılan "pazar". Diyeceksiniz ki bu saate pazar mı kalır? Zaten o kalan değil "kalmış" pazardan iki düzgün domates derdinde.
Biliyorum ki her şehirde böyle şeyler var ve amacım garip yada fakir edebiyatı yapmak değil sadece bazen "kalmadan" aldığımız şeyleri iki defa düşünüp burun kıvıralım...

30 Haziran 2012 Cumartesi

"Prayers For Bobby" adlı film şu dakika itibariyle izlemiş ve en iyi konu, uyarlama artık ne kadar tür varsa hepsinde en iyisi diyebileceğim harika hatta harika ötesi dram ve unutmayacak gerçeklik filmi... Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler harika bir film, harika bir sanat, kısaca harika...
Vezirler huzura çıkmışlar:
- Padişahım, hazinede para kalmadı.. Yeni vergilere ihtiyacımız var,
diyerekten.. .

Padişah, kavuğunun altından kafasını kaşımış,
- Eeee! Ne vergisi koyalım? , demiş...

Vezirler:
- Köprülere adam koyalım, geçenden bir akçe alsınlar!

Padişah,
- Tamam, demiş.


Aradan bir süre geçtikten sonra sormuş vezirlerine:
- Nasıl, halk hayatından memnun mudur? Her hangi bir şikayet var mı?
- Hiç bir tepki yok Sultanım!
- İyi o zaman köprünün diğer tarafına da bir adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!


Aradan bir süre geçmiş, Padişah tekrar sormuş vezirlerine:
- Var mı halinden şikâyet eden?
- Yok!

Halkının tepkisizliğine kızan Padişah, gürlemiş:
- Köprülerin ortasına da birer adam koyun, gelip geceni köprünün ortasında becersin!


Aradan birkaç gün geçmiş, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen Padişah, çağırmış vezirlerini,
-Halkı dinleyelim hele bir, demiş.


Gitmişler köye, Padişah sormuş:
- Halinizden memnun musunuz, var mı bir şikâyetiniz?
Ses yok.

Padişah tekrar :
-Ulan demiş, taş üstünde taş omuz üstünde baş komam!!! Var mı şikayeti olan hemen söylesin!

diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:
- Şey padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!..
- Eeee!, demiş Padişah bir umutla... Ne olmuş o köprünün ortasındaki adama???
- Aksamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, mümkünse bir adam daha koysanız...

ee herhalde daha uzun uzadıya bir şeyler yazmayım. Bir fıkraya gülerken aslında tepkisiz kalırsak bizi daha çok zikerler...
yeni zikirlerimiz hayırlı olsun...
Bayağı eğlendim. Neredeyse tüm ÇEŞME'i yürüyerek dolaşıp sıcağı taa alnımın çatında hissetsem de eğlendim. "Geldim , Gördüm, Yendim" gibi "Gittim, Gördüm, Çektim" eğlendim. Ama plaj insan kaynıyor, asfaltta ise koysanız su. O derece sıcak. Allah'tan nem yoktu da yapış yapış olmadık. En son geçen sene bu zamanlar gitmiştim. Biraz değişmiş. Bu arada reklam gibi olacak ama şu yeni çıkan soğuk çay var ya hani "Doğulu" kardeşler oynuyor işte onun karpuzlusuyla o sıcakta çekim yapmak, insanları gözlemlemek paha biçilemezdi...
Bu arada çekimlerimi; hobimkare.blogspot.com dan bakabilirsiniz...


15 Haziran 2012 Cuma

Bazen bir ahkam kesesim var... Şöyle kendimin bile korktuğu, içten gelmeyen beylik laflarla... Ağızdan çıkan dumanı bile titreten cinsten, yanında olmayanı bile korkutan şekilde..
Hadi diyorum kalk şimdi kes işte...
Ama nerede o cesaret... Anca yaz, dinle...
misal;

14 Haziran 2012 Perşembe


Tatil isterken vantilatörün önünde uykusuz yazılar ekleyip durmak, yada arkadaşlarımı avutmak, avuttuğunu sanmak, aslında avunan sen olmak yaz sıcağında bunaldığım ve dile getirmekten bunalttığım en büyük konu...
Bakıyorum da haberler de DERSİM kayıpları, acıları hemen bir reklam ve açılış yapılan mağazanın ve bunu iyi pazarlamanın derdinde ki reklamda gülen, sırıtan insanlar...
İşte birer dakika arayla iki farklı yüz...

Nasıl olur da artık duygularımızla yaşarız...
Hangisi için zor. Biri bırakılanla, ötekisi alabildiği ufak nefesle gidiyor. İkisi bir birinden bir kalp alıp gidiyor. Zor giden içinde kalan içinde. Ama düşünüyorum da bence kalan için daha zor çünkü onun bıraktığı izleri o yokken daha sık görüyor anımsıyor. Ama unutmamalı ki her şey unutuluyor... Ama izleri kalıyor... doğru ya!

Giden dostlarım... 


Subscribe to RSS Feed Follow me ha! :)