23 Eylül 2014 Salı

Kuytu köşelerde sessizce, solukları yedikleri cop veya hakaretle kesilerek, görmezden gelinip, geceleri sultan, gündüzleri “mahluk”  gözüyle bakılan fare gibi köşelerde yaşamaya itilen TRAVESTİLER…

Ne zaman onların hakları veya kişilikleri var sayılacak.
Bu gün ülkemizde biraz vergiyi fazla ödedi diye mahkemelerde devleti devlete şikayet eden veya komşusu ona etnik kimliği farklı diye hakaret davası açılan ve bunlar manşet manşet Türkiye gündemine gelirken, onlarca “insan” geceleri uğradığı hakaretleri, psikolojik ve bedensel darbeleri, gaspları ve dahası cinayetleri hiçbir şekilde duymaz hatta görmezden geliyorlar.
Önce halk onları fare gibi yaşamaya itip ardından da onlardan bir şeyler talep ediyorlar.

Peki çözüm!

Biliyorum belki kaç kişi bunları yazdı çizdi, duygulandırdı veya üzdü ama çözüm üretmedi.
Bende üretemiyorum, düşünüyorum acaba gerçekten nasıl yardımcı olunur diye.
Biliyorum ve duyuyorum avukat, doktor hatta öğretmenlik mezunu kaç travesti var. Ama hiç biri mesleğini yapamıyor “et ticaretine” itiliyor. İşte tam bu ticaretten rahatsız olan halk çıkıyor karşımıza. Ticareti görünce halk ya torbasını kabartıyor sessizce su götürüyor yada haksız kazanç deyip kazan kaldırıyor. Kazan kaldıran halk “madem yapacaksınız bizim görmediğimiz, duymadığımız daha doğrusu görmezden ve duymazdan geldiğimiz saatlerde yaşayacaksınız” diyor. Niçin bunu yapıyorsunuz diye birde yargılıyor.

Yani hem özgürlük kavramını çiğniyor hem de terbiye ve hoş görü sınırlarını aşıyorlar. Şöyle ki herkes özgürlük kavramını yaparken “bir başkasının özgürlüğünün başladığı noktada senin özgürlüğünün bittiği, sınırları geniş bireysel yaşam modeli” der. Fakat travestilerin özgürlüklerinin başladığı noktalarda halk kendi özgürlüklerini bitirmeyip gece yaşa deyip ardından hoş görü dediğimiz “dindar gençlerin dinden bir haber dinin buyurduğu fakat yerine getirilmeyen şeyle” onları aşağılayıp neden siz namuslu meslek yapmazsınız derler.

Tamam, işin pembe dünyasından bakalım misal travesti bir doktor. Kaç kişi giderde muayene olur. Ben diyorsanız emin ol bir, iki derken toplum dışlar vaz geçersiniz.

Yada öğretmen. Kaçınız çocuğunu verirsiniz.

Bakın canım halkım yine olmadı. Pembe dünyada da yine özgürlük ve hoş görüyü unutup çıkar derdine düştünüz. Bence artık onları görelim, haklarını haddimiz olmadan aldığımız haklarını geri onlara verelim.

Çözüm bulamasam da ben görüyorum ve duyuyorum sizde görün ve duyun emin olun çözüm başlıyor…

Gökkuşağında mavi kadar pembede var unutmayalım…



7 Eylül 2014 Pazar

Merhabalar değerli LGBTİ FM takipçileri, dileyicileri.
Madem dedik geçen hafta başladık kanayan yaraları deşmeye biraz daha cerrahi ilerleyelim bu konuda ve gayette steril olmayan bir bıçakla devam edelim...
Neden aşk yok bu "ortamda" yada neden uzun aşk yok "bu ortamda ki" renkli insanlarda. (ortam kelimesi tamamen LGBTİ bireylerin kendilerinin toplandığı zamanda kullandıkları, kendileri için seçtikleri bir kelime olduğu için tırnak içinde belirttim)
Sonra şöyle baktım.
Vay arkadaş dedim.
Ne renkliyiz, ne marjinaliz, ne duygusal ve öküzüz, ne çocuğuz, ne yetişkiniz, hem anne hem babayız, hep güleniz, azıcık mutluluk için can vereniz, ve dahasıyız.
sıralasam dünya kadar madde, düzinelerce sayfa dolar.
EEE diyeceksiniz sonuç aşk neden yok?
İşte bize tanrı insanlar arasında yaratırken bir gruba tembelliği bir gruba güzelliği bir gruba mutluluğu bir gruba azabı, ızdırabı, kederi, mutsuzluğu, eğitimsizliği, ezilmeyi, eşitsizliği, zenginliği, hep mutluluğu ve dahasını vermiş. Yada bir çok maddeyi hep es geçmiş. Ama eninde sonunda ufakta olsa bir aşkı nasip etmiş.
Evet tanrı insanlardan bir çok şeyi alıp aşkı nasip etmiş.
Ama bence tüm LGBTİ bireylerine ise herşeyi vermiş fazlasıyla ama tek şeyi onlara yasaklamış.
AŞK!
Evet herşeyi bolca vermiş, hiç tanrı esirgememiş, ama aşkı, sevgiyi onlara lanetlemiş, yasaklamış.
Kızın sövün dövün gülün ağlayın ama bence Tanrı sevilmeyi, sevmeyi, aşık olunmayı, aşkı yasaklamış.
Daha doğrusu lanetlemiş.
Hep gülsekte, hep mutlu olsakta, hep zengin, fakir, mutsuz, çocuk kalsakta yada makam mevki sahibi olsak ta bu lanet hiç bozulmayacak.
Biz kör kütük aşık olsak ta bize olanı olmayacka. Çıkan max 4-5 sene sürecek.
Ne olur lanet kırılsın. Evet sonsuz mutluluk yok ama aşkla bir çok zorluk mutluluk gibi oluyor.
Bazen parkta bakıyorum, ey diyorum koca sonsuzluğu yaradan ya bizimde lanetimiz kaldır yada bizi bitir.
Bizim aşkımız...
Bizim renkli aşkımız...
Artık uzun süre aşk yok ;) haftaya daha ele avuca gelir noktalarda görüşmek dileğiyle...
Sevgiyle kalın...
Renkli yaşayın...


6 Eylül 2014 Cumartesi

Herkese yeni haftadan, sonbaharın iliklerimize yavaş yavaş girdiği şu günlerden merhabalar...
Keyiflerin tıkır, giyimlerin gıcır, şekillerin Paris olduğu nice pazartesiler diliyor bıraktığım renkli diyar LGBTİ bireylerinden kanayan bir konuya parmak basarak devam ediyorum. 
AŞK!
"Öf be hacı abi ne yaptın" derseniz haklısınız, saygım sonsuz, sevgiler derim.
Herkesin için için yandığı, kanadığı, aradığı ve çoğu zamanda bulamadığı aşk!
Diyorum ki neden acaba geçmişte aşklar daha uzundu. 
Gerek "heteroseksüel" gerekse "homoseksüel" çiftlerde olsun ilişkiler bayağı uzundu, uzunmuş.
Sonra durup hemen buluyorum aslında sorun çiftlerde değil "gelecek" dediğimiz ve her saniye bizim olan kavramda.
Yani zaman ilerledikçe insanlar her şeyi olay elde edip kolay bırakıyor. 
İşte Aşkta bunlara kurban verilen türünün son örneği canlılardan. 
Yani değişen zaman, çiftlerimizde zamana ayak uydurayım derken hop aşklarından oluyor. 
Zamanımız da artık sakız bile internetten satılır hale geldi. İnsanlar evlerinden, iş yerlerinden yani bulundukları mekandan çıkmadan her şeye ulaşıyorlar eee hal bu olunca "haydan gelen huya gider" misali nasılsa aynı kolaylıkta bir tana daha bulurum diyor çabuk vaz geçiyor. 
Halbuki aşk o kadar kolay bulunamayacak maden gibi bir tanımı bile olamayacak çok "ormantık" bir olay. 
İnsanlar hoşlantıyı sevgi zannedip aşkın adını kirletiyor
Hoşlandığı insanların yanında zamanın tadını çıkarıp, şekeri bitmiş sakız misali bir kenara atınca "aşkımız bitti arkadaş kalalım" modu devreye giriyor. 
Ulan sen ne ara hoşlandın, ne ara sevdin, ne ara arzuladın, onun yerine düşünüp, hareket eder hale geldin de şimdi arkadaş kalıyorsunuz. 
İşte artık zamanın getirdiği gelecek objesinin hızla hayatımızın her alanını kirlettiği şu hızlı dünyada artık yeni adı "elektrik alma" olan hoşlantının lütfen aşka karıştırılmaması ricasını yapıyorum.
Cidden aşk öyle 1-2 günde oluşmaz...
İlk görüşte aşk değil beyin uyuşması, göz banyosudur. 
Sonra alışkanlıklarıyla kabullenen onu koşulsuz her halini hatta bir sonraki adımını az çok tahmin ettiğin hali aşktır. 
Az çok diyorum çünkü insanlar kendileri bile kendilerini teee ne zaman daha çok az tanıyorlarken bir başkası nasıl tanısın. 
Yani demem o ki biz bu b.ku yemeye böyle devam edip kavram kargaşası yaşarsak yandık. 
Önce kavramları oturtalım sonra sevmek için, harcamamak için çaba harcayalım. 
Aksi halde tek bir hafta dışında ki tüm konularda olduğu gibi bu konuda da gelecekte robotlaşmış mantık evliliklerinin yer aldığı bir dünyada olacağız. 


"NEREDESİN AŞKIM?"
"BURADAYIM AŞKIM"

1 Eylül 2014 Pazartesi

 Değerli LGBTİ FM takipçileri bu haftada kocaman merhabalar. Günler pazartesini göstersin de siz değerli, renkli, eğlenceli, hoş sohbetli ve daha nicesi bol insanlarla bulaşayım diye gün sayıyorum.
Bu haftada biraz siyasetten gündem den uzaklaşıp renkli dünyalara doğru yol alalım diyorum. 
Ne dersiniz?
Açıkçası hem istekli hemde azıcık buruğum.
Şöyle bir haftalarımı, senelerimi analiz ediyorum da diyorum bu LGBTİ bireylerine en büyük kötülüğü kim yapıyor diye. 
En büyük ötekileştirmeyi,  köşeye itmeyi kim yapıyor? 
Sonra ürkek adımlarla geri doğru yürürken "çat" bir ses duyuyorum tıpkı gerilim filmlerinde ki gibi kafamı yavaşça sağa çeviriyorum...
Ne göreyim yine en büyük kötülüğü yapan "çat" diye şiddeti kullanarak kendini toplumda kaliteli bir yerde düşündürmeyi sanan bir başka LGBTİ bireyi. 
Yani bir LGBTİli birine en büyük kötülüğü yine LGBTİli biri yapıyor. 
Evet.. Kızma bana... Ama öyle. 
Analiz edin.

Misal;

Onca site var (gerçi çoğu et pazarı) geriye kalan kaliteli kısımlarda ise LGBTİ birey kendine arkadaş arıyor hop hemen kriterler denen insanı bir kalıba sokma çabasına iten tuhaf duvarlarla karşılaşıyor tamam illa ki her insanın gözüne hoş gelen kişiyle vakit geçirmek ister ama bunu daha kibar ve karşındakinin de insan olduğunu hatırlayarak yaparsın. Yok efendim kaba şekilde "uymaz" denilen karşındakini büyük baş hayvan yerine koyduğun kaba saba kelimelerle yada "cam" denen insanı uzaylı formunda gösteren tuhaf 1.3 megapiksellik görüntüye aldanıp saniyesinde o kamerayı bir "hi" bile demeden :) suratına kapatan ve daha bir çok insanlık dışı formda tanışma aşamalarıyla insanın yaratıldığı renkli ruhu ötekileştirip küstüren yine LGBTİ birey.
Yani "sen çirkinsin" "eşcinsel neden oldun" gibi tuhaf saçma ve iğrenç ötekileştirmeye itip, dünyaya küstüren, köşeye iten bir eşcinsel. 
Tekrar soruyorum şuana kadar en büyük kötülüğü kim yaptı?
 Ayrıca illa insan arkadaş olmak için gözüne hoş gelen birini mi bulmalı. Beyni olsa düşünse yetmiyor mu?

Yada misal;

Daha kendini kabullenmemiş yada gizli (saygım var ama gizlisin diye biraz sonra yazacaklarımı da yapman gerekmez ya) bir LGBTİ li sokakta, ekranda yada herhangi bir sohbet esnasında konu eşcinselliğe gelince neden homofobik kesilip tuhaflaşıyorsun.
Kusura bakmada banyo da bir başka eşcinseli düşünüp saatlerce "şakşuka" yapan ben değilim. Yine sensin ne oldu da 2 sn ye de homofobik oldun.
Daha ılımlı yaklaşıp bunun normalliğinden bahsetsen sanırım seninde belli süre sonra dünyan bunu kabul edip daha eğlenceli sıkıntının az olduğu bir yaşam geçirirsin. Savunmuyorsan yada savunmak istemiyorsan bile sus be kardeşim. Neden kötü konuşuyorsun. 
Bazen bu konuşmalar o kadar kötü olur ki bir heteroseksüel bile ondan daha az homofobik oluyor. 
İşte yine en büyük kötülüğü LGBTİ li kendine yaptı. 
Yada beğensekte beğenmesekte sıkıcı baskıcı da desek biz Türkiye de yaşıyoruz. Bu ülkeninde bir kültürü var. Unutmayalım ki bu kültür denen değer yobazlık olan kısım değil, dünyanın hayranlık duyduğu, ülkeler arası fuarlar açıp kendilerini tanıttığı o kültürler. İşte biz eğer topluma kendimizi kabul ettirmek istiyorsak o kültürü çiğnemeden bunu yapmalıyız. Topluma anlatırken garipleşme den, ötekileştirmeye gerek duyulmayacak insanlar olduğumuzu göstererek yapmalıyız.

Misal;

Sen  yürüyüşler, kendini anlatma hareketleri düzenlerken ne kadar normal bir formda davranırsan bu ülkenin kültürüne ait bir evlat olduğunu söylersen onlarda çabuk içine alır çünkü derki "ha bunlar bizim gibi evet hiç bir gariplikleri yok neden kötü davranayım ki der" ve hop bir anda senin hakkını savunur hale gelir. 
Hep denir ya bu sanatçı halktan biri o yüzden çok seviliyor işte o misal. 
Sen ötekileştiriliyorsan hep kültüre aykırı olduğunu düşündükleri içindir. 
Ama sen normal olduğunu "anormal" olduğunu düşündüklerine "normal" şekilde anlatırsan sen de artık "anormal" değil hakkın olan "normali" yaşarsın. 
Evet sen tuhaflaştıkça, nasılsa toplum itiyor ben hırçınlaşıyım dedikçe işler ucundan tutulmaz, savunulamaz konuma gelip en büyük kötülüğü yine sen kendine yapmış olursun. 
İşte düşünce ben bu sonuçlara ulaştım. 
Ama bana soracak olursanız gelecek ne olacak ey garip köylü diye bende ilk defa dokuz haftanın sonunda bu konuda bizde artık bilinçli adımlar attığımız için daima iyileşerek ilerleyeceğini düşünüyor ve hatta diyorum ki homofobinin suç sayılacağı bir ülke konumuna bile geleceğiz diyorum.
Hani derler ya "hırsızın hiç mi suçu yok" gibisinden bir söz aynı o misal. 
Azıcık bizde kendimize bakalım. 
Ama hep renkli kalıp renkleri savunalım. 
Kendine "baldan daha tatlı baktığınız" güzel günler diyorum. 
Haftaya tekrardan görüşmek dileğiyle. 
"Etrafınıza daima renkli ışıklar saçmanız dileğiyle"...
Subscribe to RSS Feed Follow me ha! :)